80'lerde plak devrinden kaset devrine geçilince bizde zaten tek veya iki şarkılık formatlar kalmadığı gibi, müzik piyasamız da hepten kısırlaşmış, arabesk dönemi başlamış, 70'lerde televizyonun sinemayı bitirip ucuz pornoya geçilmesi gibi.
80'lerde Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Nilüfer, Nükhet Duru, Barış Manço, Erol Evgin, Neco ve Mazhar Fuat Özkan, bir de Beş Yıl Önce On Yıl Sonra vardı müzik dünyasında. Popçular bile arabeske yönelmişlerdi. Gerçi o dönem popçu tanımı yoktu daha, Türk Hafif Müziği veya aranjman sanatçısı vardı.
Müziğimizdeki bu kısırlık da müzikseverleri Euro soundlu yabancı pop müzik dinlemeye itti. Hatta Türk Pop Müziğinin rehberi Hey dergisi bile tamamen yabancı müzik kaynaklı oldu ve tarihinde Hey dergisi, belki de bir müzik dergisi ilk ve son defa, Eurythmics kapaklı sayısıyla ikinci baskısını yapıp 100 bin satışına ulaşmıştı. Bu kadar satan başka bir dergi olmuş mudur ülkemizde bilmiyorum? Sonra yayın hayatına hala devam eden ve en uzun soluklu müzik dergisi ünvanını koruyan, tamamen yabancı müzik kaynaklı Blue Jean dergisi çıktı. Zaten Batı'daki gibi uzun süreli hiçbir müzik dergimiz olmadı.
90'larda 18 yaş gurubuna hitap eden pop müzik dergileri çoğunluktaydı o dönemin müziğine uygun olarak. 2000'lerde Billboard, Rolling Stone gibi yetişkin gruba hitap eden dergiler çıktı ama onların ömrü de birkaç yıl sürdü. Artık günümüzde dergi yerine kişisel müzik blogları yaygın.
Bir dinleyici olarak en büyük sıkıntım hiçbir zaman ciddi bir müzik listemizin olmaması olmuştur. 70'lerde 45'lik plak döneminde listelerimiz olmuş ama, plak dönemi bitince hiçbir zaman satışa dayalı sağlıklı bir listemiz olmamıştır. Televizyonların, radyoların keyfi listelerine mahkum kalmışızdır hep. Onlar da birbirini hiç tutmamıştır. Çünkü parayı veren listenin zirvesine oturmuştur. Gerçi İngiltere dışında Amerika veya başka ülkelerin listeleri de sadece satışa dayalı değil, radyolarda çalınma oranları da baz alınıyor ama, bizde sorun olan ortak bir ulusal müzik listesinin olmaması.
Kim ne derse desin yabancı pop müzik 80'lerde tavan yaptı o dönemin müziği küçümsense de. Hala geçmişe gidildiğinde önce 80'ler akla geliyor. Michael Jackson, Madonna, George Michael, Wham, Cyndi Lauper, Modern Talking, Duran Duran, A-ha, Depeche Mode, Falco, Kim Wilde, Bananarama, Laura Branigan, Alphaville, Opus, Eurythmics, Boy George, Tina Turner, Gazebo, Sade, Whitney Houston, Bad Boys Blue, Europe, Bon Jovi ilk aklıma gelenler bir solukta sıralayabileceğim. Gruplar daha ağırlıktaydı.
90'lara, Aşkın Nur Yengi ve Yonca Evcimik'e kadar yabancı müzikle idare ettik. Doksanlarla birlikte müzik artık kaset üzerinden satılıyordu. Tiraj olarak müzik dünyası bir patlama yaptı ama düzenleme olarak en vasat dönemini yaşadı. Adını zikretmek istemediğim bir aranjörün tek sesli düzenlemeleriyle vücut buluyordu melodiler artık. Şarkılarda giriş aynı, mırıldanış aynı, bitiş aynıydı. Ruh yoktu yani. Patlamayı yapan da belki teknolojinin gelişmesiyle müziğin tek kişiyle de üretilebilmesiydi. Çünkü her isteyene albüm yapılıyordu neredeyse. O yüzden tek albümlük sanatçı çoktur o dönemden.
Müzikte düzenleme bir şarkının dinlenebilir olmasının en büyük unsurudur. Çok kötü bir şarkı bile iyi bir düzenlemeyle yeniden yaratılıp dinlenebilir hale getirilebilir. Şarkıyı birbirinden ayıran da düzenlemedir. 90'larda da bazı istisnalar dışında sanki birbirinin benzeri şarkılar dinliyormuşsun hissi vardır zaten.
Müzik ekip işidir bir kere. Tek kişilik işle sözlerinde farklılık yaratabilirsin ancak bir şarkının. "70'lerdeki Nükhet Duru-Cenk Taşkan-Mehmet Teoman-Onno Tunç-Ali Kocatepe grubunun yaptığı işlerin ruhunu yakalayan başka bir ekip olmuş mudur acaba?" diyeceğim ama, ekip bile olmamıştır. Buna en yakın Melih Kibar-Çiğdem Talu işbirliğidir.
Bu birbirinin benzeri işler 90'lar müziğini de tüketmiştir ve müzik bu sefer rock'ta soluklanmıştır ülkemizde. Belki de müzik tarihimizin yüz akıdır 2000'ler müzikalite olarak. Eurovision'da bile ülkemizi artık rock'çılar temsil etmektedirler.
Artık kaset de bitmiş, hatta tamamen CD formatına geçilmiştir. İnternetle beraber müzik satışları da yavaşlamış, 2000'li yılların sonlarına doğru ticari anlamda durma noktasına gelmiştir. Müzikçiler önceden CD korsanlığından yakınırken, şimdi albümler satışa sunulmadan internet üzerinden paylaşılabiliyor çünkü. E insanlar da haklılar. Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğu bir ülkede, neden bir günlük yövmiyelerini müzik albümlerine yatırsınlar ki bedava dinleme imkanları varken? Üstelik sanata, müziğe verilen değer ortadayken.
2010'larda artık hayran kitlesi çok olanlar dışındaki sanatçılar albüm çıkaramamaktalar. Çünkü satmayınca yapımcılar sanatçılara albüm yapmamaktalar kendilerince haklı olarak. Albümler sanatçıların piyasada yapacağı işin ve dolayısıyla kazanacağı paranın reklamı amacıyla yapılmakta. Hatta sanatçılar şirketlerden hiç para almadığı gibi, konser kazançlarından pay ödemekteler müzik şirketlerine.
Müziği gerçekten seven bazı sanatçılar da kendi imkanları dahilinde albüm yapmaktalar ama kendi müziğini üretemeyip başka besteci ve söz yazarlarına muhtaç olanlar, masrafı düşürmeye çalışırken kalitesizliğe mahkum olmaktalar. Sevgilisi zengin olan mankenler artık albüm çıkarmakta, sesine ve yorumuna hasret kaldığımız sanatçılar köşelerine çekilmekteler. Oysa Batı'da bir sanatçı ölünceya kadar sanatıyla uğraşabilmektedir.
Ve gele gele gene 70'lerdeki 45'lik plak dönemine geldik ve bu plakların yerini günümüzde artık single dediğimiz tek veya iki şarkılık CD'ler aldı. Aynı 70'lerdeki gibi, albüm çıkaranlar single yapanlara "Ben albüm sanatçısıyım." diye laf sokuşturuyorlar, gerçek sanatçının albüm çıkarması gerektiğini iddia ederek.
Bu gidişle materyal olarak müziğin kaydedilip satışa sunulması sadece arşivciler için yapılacak. Çünkü bir albüm en fazla 5-10 bin satmakta. Zaten dijital olarak satışlar çoktan başladı. Bazı single'lar piyasaya bile verilmeden, internet üzerinden sadece dijital olarak satılmakta. Bulunduğum şehirde bir mağaza zinciri dışında sadece bir yerde satılmakta müzik albümleri. Oraya da bazı albümler satılmayacağı için gelmemekte, ancak sipariş üzerine getirtilmekte. Çünkü albümler de internet pazarlarından alınıp-satılıyor artık.
Çocukluğumdan beri bir pikabımın ve plaklarımın olması en büyük hayalimdi. Plak dönemi insanı olmadığım için plaklar hep uhde olarak kaldı içimde. Abimin bir pikabı vardı ve benim ilk tanıştığım plak, Selda'nın "Mapushanelere Güneş Doğmuyor" plağıydı. Tekrar tekrar iğneyi koyarak dinliyordum bu plağı. Beni etkileyen şarkının mesajı veya güzelliği değildi tabi. Sadece Selda'nın soprano sesiydi.
Şimdi arşivim tabi ki çok geniş hem orjinal albümler olarak, hem de internet sayesinde sahip olduğum plak dönemine ait albümler olarak. Bugünlerde o plakları CD formatına dönüştürmekle meşgulüm. Aktarma yaparken de 70'lerin, hatta az da olsa 60'ların şarkılarını yeniden keşfediyorum. En çok da 70'leri beğeniyorum Türkçe pop olarak.
Müzik internet sayesinde ulaşılabilir hale geldi ama müzik bitti. Ancak geçmişle idare ediyoruz. Günümüz Türkçe Pop'ları ne yazık ki beni de fazla açmıyor. Bu söylediklerim tabi ki dinlediğim müziklerin çok azını oluşturan Türkçe Pop için geçerli. Yoksa aşığı olduğum Brit Pop bütün muhteşemliğiyle devam ediyor.
Müziğe yatırım yapılmayıp sadece para kazanmak amacıyla emek verildiği için, müzikle para kazanma yolları tıkanınca müziğimiz de bitme noktasına gelmiştir. Müzikten hiç para kazanılmasa bir çoğunun bu işi yapmayacağından adım gibi eminim. Müzik-sanat gönül işidir, bacak-göğüs yoluyla veya kitleleri peşinden sürükleyerek umut-hayal tacirliği yapmak değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder